29 Ocak 2009 Perşembe

Ölçebilmek

İnternet reklamcılığının en önemli hususlarından biri çok yoğun ölçümleme yapabilmeniz. Örneğin; herhangi bir internet mecrasına verdiğiniz reklamdan size gelen insanların kaçını doğru şekilde size müşteri haline dönüştürebileceğiniz üzerine kıstaslar hazırlayıp net bir şekilde bu durumu ölçümleyebilirsiniz.

Ölçülebilen reklam mecralarını seviyorum.

Ha bir de bahsetmiş miydim; Google'ı seviyorum :)

26 Ocak 2009 Pazartesi

Günün lafı

Günün lafı;
Fikirler okudukça değil, yazdıkça oluşur.

23 Ocak 2009 Cuma

Yaka kartları

Beşiktaş Starbucks'ta oturuyorum. Dışarıda da iki tane Unicef kartları satan bayan var. Bir yandan nette dolaşırken bir yandan da Unicef kartpostallarını satma şekilleri üzerine düşünüyorum. Aklıma yıllar önce okuduğum bir araştırma geldi.

Amerika da yapılan bir araştırmaya göre yaka kartı taşıyan satıcılar müşteriyle daha sıcak ilişki kurabildikleri için daha kolay satış yapabiliyorlarmış. Bu Unicef'çi bayanlar da yaka kartı taşıyorlardı.

Satan ile alan arasında bir isim vasıtası ile ek bir ilişki kurmak oldukça mantıklı bir yöntem. Üstelik yaka kartı ne olursa olsun bir statü, bir aidiyet belirtir. Sokakta elinde Unicef kartları olan bir bayandan kartpostal almak yerine Unicef montu giymiş, Unicef yaka kartı (üzerinde ismi de yazan) taşıyan bir bayanı tercih edecektir birçokları.

Tabii ki herşey sonunda markalaşmaya bağlanıyor. Bu yüzden logolar, kartvizitler, kurumsal kimlik çalışmaları var.

Kahve aldığım bayana; "Burcu hanım, grande filtre kahve, sade" demek daha hoş bence. Üstelik "Burcu hanım" da kendini daha iyi hissedecektir. (En azından ben ediyordum.)

22 Ocak 2009 Perşembe

Sıkıcı olmayı seçmek

Seth Godin'i blog'unda rastladım.

Eğer potansiyel müşterileriniz (kim olurlarsa olsunlar) sizin hakkınızda konuşmuyorlarsa sıkıcısınızdır.

Ve bu sıkıcılık kavramını muhtemelen isteyerek yaratıyorsunuzdur. Örneğin; fiyatlandırmanız sıkıcıdır (ya da sıradandır) çünkü bu çok daha güvenlidir. Firmanızın yeri ya da pazardaki konumlandırmanız sıkıcıdır (yada sıradandır) çünkü aksini yapmak çılgınlık olur. Ürünleriniz sıkıcıdır (yada, tahmin edin? evet; sıradandır :)) çünkü pazarınız bunu istemektedir.

Ancak sıkıcı yada sıradan olmamak tahmin ettiğiniz gibi ucuz değil. Çok ciddi miktarda zaman, para ve efor sarfetmek lazım aksi olabilmek için.

Ama en büyük bedel yanılmayı göze almaktır. 

Paylaşılan Ofisler

Türkiye'de var mı bilmiyorum ancak varsa da oldukça pahallı olacaklarından eminim. Paylaşılan ofislerden bahsediyorum. Bilmeyenler için hemen özet geçeyim. Bir kişi ya da grup olarak çalışıyorusunuz, ancak bir ofis açmak istemiyorsunuz. Bu nokta da imdadınıza yetişiyor paylaşılan ofisler. 5-10 kişilik büyük odalarda size ait bir çalışma ortamınız var. Telefon, faks, yazıcı gibi hizmetlerden faydalanabiliyorsunuz. Ve, örneğin, Londra'nın göbeğinde böyle bir ofisi haftalık 70-80 € ya kiralayabiliyorsunuz.

Hem de biz danışmanların korkulu rüyası asosyalliğin gölgesini hissetmeden.

Plastik dişliler

Bir yıl kadar önce... İş hukukuna ve patronluk yetilerine çok güvendiğim müdürüm o zamanlar, açıkçası benim için biraz havada kalan bir söz etmişti;
Dünyaya geldiğinde ufak plastik bir dişlisindir. Sistemin tersine çalışmaya kalkarsan zamanla dişlerin körelir. Yaşın ilerledikçe sertleşirsin, ama bir kere dişlerini kaybedersen hiç birşeyi hareket ettirecek gücün olmaz.
Şimdi düşünüyorum da; kısmen haklıymış. Ne de olsa, erken öten horozu önce keserlermiş.

20 Ocak 2009 Salı

Yanlış isim seçimi!

Güz Sancısı...

Sivri zekalı Türk halkının karşısına böyle film isimleri ile çıkmamak lazım bence... Herkesler dalga geçer...

Güz Sancısı...

15 Ocak 2009 Perşembe

Modayı Paylaşmak...

Yıllar önce hem derslerde hem de iş hayatım uygulamayı çok istediğim bir iş fikrim vardı. Sanal bir gardrop yaratmak istemiştim. Şimdiye kadar buna en yakın; rastladığım site TryMyFashion. Twitter'ın moda versiyonu.

Beğendim!

Fotoğraflarım satılıyor!

Ben uzun zamandır fotoğraf çekiyorum sevgili blog. Elimden hakikaten sayısız makina geçti ve binlerce kare fotoğraf çektim kendileriyle. Dijital makinalar yoktu ozaman ve haliyle kağıda basılmış fotoğrafları paylaşmak ciddi bir sorundu. Sonra dijital bir makinam oldu, ve fotoğraflarımı yıllardır takip ettiğim DeviantArt'a yüklemeye başladım. (Güzel kısmı geliyor)

Bir süre önce DeviantArt hesabımda gezinirken farkettim ki 1.5 € param var. Hafızamı yokladım ama hayır; ben böyle bir para yatırmamıştım Deviant'a. Aklıma geldi, satılan fotoğraflarıma baktım. Haha! 4 tane fotoğrafım satılmıştı. Fotoğraf başına 0.38 € vermişti sistem bana. Az kabul, ama ne kadar mutlu oldum bilemezsin.

Aslında fikir çok basit; ve herzaman ki gibi en çok kazanan Deviant'ın kendisi ancak benim gibi yıllardır fotoğraf çeken ancak bunu sergi vb. gibi daha profesyonel ortamlarda tanıtma fırsatı bulamayan insanlar için güzel bir hizmet bu. Düşünsene; Toronto da bir adamın duvarını süslüyor benim çektiğim fotoğraflar. 

Para vermese de olurdu bana. Ben böyleyken bile çok mutlu oldum!

Satılan fotoğraflarımı da listeleyeyim şöyle;





Girişimcilik

Girişimcilik hayat için çok mühim bir konu bunu farkettim. Sadece iş dünyası için değil aynı zamanda hayattan koparabileceklerimiz için. Ve ilginç bir şekilde herhangi bir konuda girişimci olmak için illa yeni bir şey bulmaya gerek yok. Bazen gözünüzün önündeki örnekleri başka alanlara uygulayarak da ya pekala girişmci olunabilir.

Örnek;

Starbucks (Kayırıyor da olabilirim kendilerini :))

Kurumsal iletişimde bir çığır açtı starbucks. Hepimiz biliyoruz ki herhangi bir kahve dükkanına gittiğimizde fikirlerimizi yazabileceğimiz ufak kağıtlar olur masada. Çoğu zaman kalem olmadığı için yanımızda pek bir şey yazamayız bu kağıtlara. Açıkçası bana pek de okunuyor gibi gelmez. İnternet hayatımıza inanılmaz bir giriş yapınca bir çok firmanın farketmediği şeyi, insanların internette daha açıksözlü ve isteklerini daha rahat paylaşabilir olduklarını, starbucks farketti ve My Starbucs Idea blog'unu açtı.

Burada starbucks'tan istediğiniz, beklediğiniz şeyleri yazıyorsunuz, ve Ideas in Action da da bu fikirlerden gerçek olanları görüntüleyebiliyorsunuz. Bilmeyenler için; Amerikadaki seçimlerde her oy verene bir bedava kahve fikri bu blogda oluşup büyümüş bir fikirdir.

Nero, bizim Kahve Dünyası da yapsa ya böyle şeyler. Hem hazır starbucks daha bunu Türkiyeye açmamışken? Çok mu zor bir Wordpress kurup kurumsal iletişim ya da iş geliştirme departmanından birilerine bu fikirleri takip etme görevi vermek?

PS: bu yazı için bana ilham veren Serkan Özen'e teşekkür ederim...

14 Ocak 2009 Çarşamba

İyi de ben kimim?

Baştan hemencecik bir yazı yazdım ama sanırım önce kendimi tanıtmalıyım sevgili blog;

Ben Özgür. 1984, İzmir doğumluyum, ve dolayısıyla bir çok izmirli gibi denize aşığım. Liseyi Manisa'da okuduktan sonra çocukluğumdan beri hayalim olan yere; ODTÜ'ye geldim. Hayal ettiğim bölüm yerine kazandığım 
(Maden Mühendisliği) bölümü okudum. Ama pek sevdim ODTÜ'yü, ki şakır şakır ingilizce konuşmama rağmen, gittim bir daha hazırlık okudum, sırf gezip tozayım diye. Bir dönem de geç mezun oldum.

Boş duramayanlardan oldum ben hep. Uykuyu sevsem de israf geldi hep. Bu yüzden daha birinci sınıftayken en iyi bildiğim şeye, web sitesi yapmaya başladım. Şansıylıydım; Türkiyenin en büyük medikal holdinglerinden birinde freelance olarak web tasarımı yapıyordum.

Hmm, bu sırada lise yıllarımda canım babamın bana giderken aldığı canım davulu çalıyordum. ODTÜ'ye gelince önümde başka kapılar da açıldı. Önce Dem ile çaldım, ardından 2008'de bırakmak zorunda kaldığım çocuğum, Nükleer Başlıklı Kız'ı kurdum. Yeniden yorumlamalar, besteler derken bir anda şu anda yaptığım işi yapmama sebep olacak en tem
el fikir oluştu kafamda. 

Amatördük, bir çok benzerimiz ama çok büyük hedeflerimiz vardı. Nasıl ulaşırız oralara derken, düşe kalka önce grubumu, sonra da kendimi satmayı öğrendim. Ankara'da bir amatör grubu hiç profesyonel yardım almadan Türkiyenin dört bir yanına duyurmayı becerdim. Üstelik sadece kurumsallaşıp, NBK'yı bir marka haline getirdim. Şu anda beraber çalmasak da hala ektiklerimizi biçiyorlar ve mutluyum adlarına.

Daha sonra web sitesi yapmak yetmedi. Müziğimizi satabildiysem, web sitelerimi neden satamayayım diye bir düşünce geldi aklıma. Ve okumaya başladım. Türkiye'den ve Dünyadan yüzlerce pazarlama blog'unu takip etmeye başladım.

Talih mi diyelim bilmiyorum ama sonra gidip bir ders aldım ODTÜde. Girişimcilik diye. Son günlerde Pınar sütlerin kapaklarında ki iki delik fikriydi projemiz, süt dökülmesin diye. Birinci olduk. Anladım ki bunların hepsini harmanlarsam ortaya çıkan güzel olabilir.

Ben de Online Pazarlamacılığın üstüne gittim. Google Adwords Reklamcılık Profesyoneli oldum. Onbinlerce Euroluk bütçeler yönettim. Sonra daha da genişlettim yapabileceklerimi ve bu işi yapan değil üreten olmanın çok da önemli olduğuna karar verdim.

Bu yüzden uzunca süredir üretiyorum. Sadece fikirler değil aynı zamanda projeler, anılar ve ümitler üretiyorum. Ve seviyorum da üretmeyi.

Bu yüzden fotoğrafçılığa inanılmaz bir merakım var. Sağ tarafta ki bağlantılarda DeviantArt galerime de gözgezdirebilirsin. Sonra iyi bir CMAS dalgıçıyım. Kahve ve Plaklar iki vazgeçilmezim.

Ah;

Bir de Mac'im var tabi. Kendisinin kapsama alanından çıktığımda bile özlediğim.

Google'ı hala seviyorum


Google'ı seviyorum. Sadece sundukları hizmetler (ücretli-ücretsiz) için değil, aynı zamanda pazarlama stratejileri ile ilgili oldukça saygı duyulacak işler yaptıklarına inandığım içinde seviyorum.

Bir çoğunuz AdSense'i duymuşsunuzdur, ama duymayanlarınız için özetleyelim; Google reklamlarını sitenizde yayınladığınızda size bu reklamların tıklanması başına para veriyor Google. Ben bir süre kurcalayıp ardından sıkıldım, ancak binlerce dolar kazanan var bu hizmet ile.

Bu hizmetin reklamları AdWords altyapısından gelmekte. Sertifikalı bir Adwords uzmanı olarak açıkça belirtmek lazım ki; en temiz çalışan reklam sistemlerinden biri kendisi. Ne kadar paranız varsa okadar reklam yapıyorsunuz. Ve açıkça para vererek reklam yapsanızda google sizden fazla para almak istemiyormuş, size kıyamıyormuş gibi bir hava yaratıyor.

Reklamania'da bunun ile ilgili uzun bir yazım var, ancak şu ayrıntı çok önemli; öyle zekice bir sistem ki bu; Google sadece reklam sunucusu bakımını yapıyor aslında. Reklam uzmanlarını da bünyesinde barındırmayarak bu maliyetten de sıyrılıyor.

Evet evet.. Seviyorum Google'ı...

Günaydın...

Merhaba Sevgili Blog;

Uzun zamandır kendim, işim ve yaşadıklarım ile ilgili bir blog açmayı istiyordum; nasip bugüne imiş. Basit ve sade görünüyor olabilirsin ancak zamanla oldukça dolacaksın. Ve umuyorum deneyimlerimle bir çok insana faydalı olmamı sağlayacaksın.

Haydi bakalım!